İnsan, var olduğundan beri yaşamını sürdürebilmek ve tehlikelere karşı kendini koruyabilmek için birtakım işlevsel mekanizmalar geliştiren, denge ve uyuma ulaşmaya çalışan bir varlıktır.
Kaygı da bu uyumu sürdürmeye yönelik bir duygudurumdur. Bir örnek üzerinden gidecek olursak, yürüyüş yaparken saldırgan bir köpeğin koşarak geldiğini düşünelim. Organizma hemen alarma geçecek ve vücudumuzda bazı değişiklikler meydana gelecektir: Daha hızlı koşabilmek için gereken enerjiyi karşılamak üzere kalpten kaslara daha çok kan pompalanır, böylece kalp atış hızı artar. Akciğerlerin kapasitesi artacağından daha hızlı nefes alıp veririz, kan daha yaşamsal organlara gönderileceğinden sindirim sistemi faaliyetleri yavaşlar, gözlere daha çok ışık girebilmesi için göz bebekleri genişler, vücudun daha fazla ısınmasını önlemek için terleriz. Bu gibi reaksiyonlar, zarar görmemek için bedenimizi hazırlar. Fizyolojik değişimlere korku, kaygı, gerginlik, kontrolsüzlük, çaresizlik, yetersizlik gibi duygulanımlar eşlik eder. Bu durumda hissedilen kaygı işlevseldir ve gereklidir. Kişiyi harekete geçirmeye yarar.
Peki kaygı bize ne zaman zarar vermeye başlar? İçsel çatışmalar çok şiddetli olduğunda ve duyulan kaygı düzeyi günlük işlevselliğimizi bozacak derecede arttığında, denge ve uyumu yeniden sağlamak için savunma düzenekleri oluştururuz. Bu düzeneklerin başarısız olması durumunda ise uzlaşmayı sağlamak üzere psikiyatrik semptomlar ortaya çıkar.
Küresel bir salgın olan Covid-19, tehlike alarmı vererek hepimizde kaygı, korku ve paniğe sebep olmuştur. Bu duygular, makul düzeyde oldukça, yukarıda bahsettiğim hayatta kalma mekanizması açısından gereklidir, tehdit henüz geçmediği ve ne kadar süreceği belirsiz olduğu için, anlaşılır tepkilerdir. Kendimizi korumak ve salgının yayılmasını önlemek için tedbirler almamızı sağlar. Fakat kaygımızın aşırı düzeyde olması veya hiç olmaması olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Her birey bu salgından, kişilik özelliklerine ve içinde bulunduğu diğer koşullara göre farklı düzeylerde etkilenmiştir. Önceden psikiyatrik rahatsızlıkları olan kişiler tedavilerini aksatmamalı ve yeni belirtilerin varlığı kontrol edilmelidir. Kaygıları kendisi veya çevresini çok etkileyen, kontrol edilemeyecek düzeyde olanlar mutlaka bir ruh sağlığı uzmanına başvurmalıdır.
Peki bu süreçte ruh sağlığımızı korumak için neler yapabiliriz? Öncelikle salgının daha kısa sürede ve daha az hasarla durdurulabilmesi için gereken önlemleri almalı ve yetkililerin uyarılarını dikkate almalıyız. Salgınla ilgili haberlere gereğinden fazla maruz kalmak kaygı düzeyimizi arttırabilir. Buna sınırlama getirmeli ve bilgilere güvenilir, doğru kaynaklardan ulaşmalıyız. Bu süreçte beslenme ve uyku düzenimize dikkat etmek, evde düzenli olarak spor yapmak, nefes egzersizleri de duygularımızı düzenlemek için önemlidir. Ayrıca içsel enerjimizi sanatla veya ilgi alanlarımıza göre hobiler edinerek de üretime dönüştürebiliriz.
Kaygı düzeyimizin çok yüksek olması gibi çok az olması, umursamamak, önemsememek, yok saymaya çalışmak, inkar etmek, bana bir şey olmaz şeklinde büyüklenmeci bir tutuma girmek de sağlıklı değildir. Gerçekliği kabul etmek istememenin bir sonucu olarak onu bastırmak ve kendimizi bu felaketten ayırmak bizi çözüme ulaştırmaz.
Hissettiğimiz duyguları fark etmek, kabullenmek ve aktarmak, onları düzenlememizde yardımcı olacaktır. Bu süreçte sosyal olarak izole değiliz, fiziksel izolasyondayız. Evdeki kişilerle, yalnız yaşıyorsak görüntülü görüşme yaparak insanlarla iletişimde olmak, duygularımızı kelimelere dönüştürerek aktarmak, yüz ifademizi göstererek, ses tonumuzla, el hareketlerimizle kendimizi ifade etmek, onları da dinlemek ve anlamaya çalışmak sinir sistemlerimizin karşılıklı regüle olmasını sağlar.
Unutmayın bu salgın sadece bizi değil, tüm dünyayı etkilemektedir. Her ne kadar bizi daha bireysel olmaya yöneltiyorsa da aslında ihtiyacımız olan şey diğer insanlarla iletişimde olmak, sevgi ve dayanışma içinde kalmak, başkalarının gereksinimlerine karşı duyarlı olmaktır.
Klinik Psikolog Aslı Ergün