Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney, Günaydın’dan Tuba Kalçık’a konuştu. Yılmaz Güney’in hakkında çekilen belgeselde şiddetle birlikte anılmasına tepki gösteren eşi, “Sinirleri harapken, asistanına kızıp vurması nasıl şiddet gösterisi olarak kabul edilebilirdi? Filmlerinde kadınların törelerce nasıl kurban edildiklerinin mesajını verirken, bir belgeselde nasıl kadına şiddet uygulayan biri olarak anılabilirdi? ‘Ama şiddet, üzerine pis bir leke gibi yapışıp kalacaktı işte.” ifadelerini kullandı.
Güney, eşinin zorluklarla dolu hayatından aşklarına, ‘Çirkin Kral Efsanesi’ belgeseli hakkındaki düşüncelerinden hayaline kadar pek çok konuda açıklamalar yaptı.
‘HİÇ BİR YERDE UZUN SÜRELİ BİR YAŞAMI OLMADI’
– Yılmaz, bana evlenme teklif ettiğinde “Ama ben sizi hiç tanımıyorum ki” demiştim. O da bana, “Sakın beni kimselere sorma, kimse beni gerçek anlamda tanımaz. Kendimi sana ben anlatacağım” demişti. Bir yıl boyunca askerlik yaptığı Muş’tan bana mektuplar göndermiş, kendisini anlatmıştı.
– Yılmaz’ın hayatını, yorgancıların havada uçuşturduğu hallaç pamuklarına benzetirim.
Hiçbir yerde ve hiç kimseyle uzun süreli bir yaşamı olmadı. Yenice köyünden Adana’ya, oradan İstanbul’a savrulan hayatı Nevşehir, Selimiye, Ulucanlar Cezaevi, Kayseri, İzmit, Toptaşı, Sağmalcılar, İmralı ve Isparta cezaevlerinde geçti. Ardından sürgün yılları; vatandaşlıktan atılmış, bütün filmleri yakılmış, yasaklanmış, ‘vatan haini’ ilan edilmiş olarak…
Ve hayatı başka bir ülkede son buldu. Böyle bir yaşamı olan bir insanı anlatmak kolay mı? Birtakım insanları bir araya getirip üç dakika konuşturmak yeterli mi?
‘YAZIK OLDU’ DEDİM…
– O nedenle ‘Çirkin Kral Efsanesi’ isimli belgeseli görünce ‘Yazık oldu’ dedim. Ortaya konulan profillerden hangisi Yılmaz Güney’di? Kopuk, konuşmalar gereksiz, kurgusu karmaşık ve reyting kaygısı yüklü. Ülkemiz tarihinin, birçok filmiyle iç içe geçen yansımaları da yoktu.
Yönetmenin siyasi görüşlerini araya sokma kaygısıyla uzayan bir röportajlar serisi.
‘ŞİDDET PİS BİR LEKE GİBİ ÜZERİNE YAPIŞTI KALDI’
– ‘Setlerde Yılmaz Güney’le çalışmak zordu’ denmiş.
Yeşilçam’ın en ilkel çalışma koşullarında çoğu niteliksiz insanlarla çalışmak kolay mıydı? Fransa’da ‘Duvar’ı çekerken; Almanya sokaklarından toplanan çocuklarla, oyunculukla ilgisi olmayan kişilerden oyun almak için didinirken mi acımasızdı?
Fransız ekibin kaprisleri yüzünden “Her an bir duygumu öldürüyorlar, sanki çocuklarımı öldürüyorlar” diye ağladığı bilinir miydi?
– Hapishanede başlayan hastalığı midesini yiyip bitirmişken, sinirleri harapken, asistanına kızıp vurması nasıl şiddet gösterisi olarak kabul edilebilirdi? Filmlerinde kadınların törelerce nasıl kurban edildiklerinin mesajını verirken, bir belgeselde nasıl kadına şiddet uygulayan biri olarak anılabilirdi? ‘Bir işçi kadın bile onun karşısında kendini kraliçe gibi hissedebilirdi’ tespitine rağmen, yapıştırılan ‘eşine şiddet’ yaftasına gelince… Karşı tarafın geçmişinin gölgelediği, onun değerlerine ters düşen bir birlikteliğin verdiği zarardan başka ne olabilirdi? Ama şiddet, üzerine pis bir leke gibi yapışıp kalacaktı işte.
Bir Yılmaz Güney filmi, ‘Müslüm’ü geçer mi?
Öyle bir geçer ki; onlarca misli hem de.
Bizim projemize niyetlenen çok yapımcı oldu. En sonuncusu ‘Müslüm’ filminin yapımcısı Mustafa Uslu’ydu ama son anda vazgeçti. Filmimizi kendim yapacağım, olmazsa da imece usulüyle. Yılmaz’ı gönüllerinde taşıyanlardan destek isteyeceğim. Onu yeni kuşaklara aktarmanın bir yolunu bulacağım.
‘HANGİ HAPİSHANEYE GİRERSE BEN O ŞEHİRDE EV TUTTUM’
Yılmaz’la birlikteliğimiz 16 yıl sürdü. Bunun 10 yılı boyunca demir parmaklıkların arkasındaydı. Hangi hapishaneye gittiyse, ben o şehirde ev tuttum. Ona fiziken ve ruhen yakın olmaya çalıştım.