Fırat’ın doğusu 7 Ağustos’ta Türkiye ile ABD arasında varılan anlaşmayla uluslararası gündemin odak noktalarından biri haline gelmişti. Fakat varılan mutabakata ABD’nin “Menbiç Yol Haritası” muamelesi yapması, Türkiye’nin tek taraflı askeri hamlesine yol açtı. Oyalama taktiklerinde bu kez başarılı olamayan ABD, Türkiye’nin askerî harekât kararlılığı karşısında bölgeden çekilmek durumunda kaldı. Amerikalı yetkililer Türkiye’nin operasyonuna yeşil ışık yakmadıklarını ifade ettiler, fakat askerî anlamda TSK karşıtı bir pozisyon almanın da riskini üstlenemediler. Bu durum PKK/YPG tarafında hem duygusal hem de siyasi tepkiyle karşılanırken, Rusya tarafında ise bir fırsat olarak görüldü. Suriye sahasında artması muhtemel Türkiye ve Suriye muhalefeti etkisi nedeniyle, İran operasyona karşı tavır sergileyen, saha etkisine sahip aktörlerin başında yer aldı. Özellikle medya organları aracılığıyla Türkiye’yi ve operasyonu hedef alan kara propagandaya ağırlık vererek pozisyonunu açık etti. Batı dünyası tüm medya organları, ekonomik ve diplomatik araçlarıyla harekâtın tam karşısında tavır aldı. Barış Pınarı harekâtı (BPH) bu uluslararası ortam, tarihsel izlence ve medya manipülasyonları içerisinde 9 Ekim’de başlamış oldu.
Barış Pınarı harekâtının seyri ve mevcut durum
Başladığı günden itibaren askerî ve diplomatik anlamda dinamik bir seyir alan harekât, saha mücadelesine paralel olarak diplomatik temasları da beraberinde getirdi. Dört ayrı kol üzerinden Tel Abyad ve Re’sulayn şehir merkezlerini ilk olarak hedefleyen askerî hamle, dördüncü ve beşinci günlerinde şehir merkezlerine girilmesiyle büyük oranda başarıya ulaşmış oldu. Şehir merkezlerine girilmesini müteakip, kırsal alanın kontrolüne yönelik beşinci cephenin açılmasıyla, PKK/YPG’nin savunma disiplini tamamen dağıtılmış ve psikolojik olarak da yenilgi kabul ettirilmiş oldu. Nitekim beşinci cephede TSK ve Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurlarının bir günlük süre içerisinde Türkiye sınırından M4 karayoluna ulaşması, bir başka ifadeyle yaklaşık 30 kilometrelik derinliğin sağlanması, askeri üstünlüğü açık bir biçimde ortaya koydu.
Harekât 22 Kasım itibariyle 145 km genişliğe, 30 km derinliğe ulaştı. Böylelikle 4 bin 219 kilometrekarelik alan, 600 yerleşim yeri terörden arındırılırken, M4 karayolu üzerinde kontrol noktaları kurularak stratejik kazanımlar elde edildi. Harekât alanının genişliğinin daha iyi takdir edilmesi adına şunu söyleyebiliriz: Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla terörden arındırılan genişlikte bir bölge, şu an itibarıyla Barış Pınarı harekâtıyla temizlenmiş durumda. Nitekim Zeytin Dalı harekâtında bin 850, Fırat Kalkanı harekâtıyla da 2 bin 15 kilometrekarelik alan terör unsurlarından temizlenmişti. Tüm bunlarla birlikte, şu ana kadar bin 168 PKK/YPG unsuru etkisiz hale getirilirken, 988 EYP (el yapımı patlayıcı) ve 442 mayın tespit edilerek etkisiz hale getirildi.
PKK/YPG’ye kısa sürede yaşatılan bu ağır yenilgi, terör örgütünü sivilleri hedef alan saldırılarını artırmaya itti. PKK/YPG’nin Türkiye topraklarına yönelik saldırılarında 21 sivil hayatını kaybederken 104 sivil de yaralandı. Suriye içinde gerçekleştirdikleri bombalı saldırılar, mayın ve EYP’li saldırılarda da 73 sivil hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. PKK/YPG’nin sahada aldığı ağır yenilginin ardından TSK ve SMO'nun özgürleştirdiği bölgelerde terör saldırılarına başvurması, mültecilerin geri dönüşünü engellemeye çalışan bir hamle olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bölgede halen yürütülen güvenlik operasyonlarını takiben geri dönüşler de hızlanmaya başladı. BM verilerine göre, geneli Suriye içinden olmak üzere 96 bin 855 sivil TSK ve SMO tarafından özgürleştirilen alanlara döndü. Önümüzdeki günlerde Türkiye’den de geri dönüşlerin artacağı bir döneme şahit olabiliriz. Nitekim bu geri dönüşler için sivil toplum örgütleri, Suriye muhalefeti ve Türkiye birlikte hareket ederek mültecilerin bir an önce evlerine dönmesi adına çaba sarf ediyor.
Özgürleştirilen bölgelerde hayatın normale dönmeye başlaması, yerel meclisler aracılığıyla sivil yönetimlerin sağlanması ve gümrük kapılarının da açılmasıyla geri dönüşlerin seyrinde artış görmek mümkün olacaktır. Fakat bu noktada, özgürleştirilen bölgelerin henüz kapasite, altyapı ve teknik olarak milyonlarca mültecinin geri dönüşüne olanak sağlayacak durumda olmadığı da ifade edilmeli. Bu bağlamda, Türkiye’nin planladığı yaşam alanı projesinin uluslararası toplum tarafından desteklenmesi, müteakip olarak da sınır hatları ve diğer iç bölgelerde PKK/YPG varlığının son bulması gerekiyor. Bu kapsamda Türkiye’nin İngiltere, Fransa ve Almanya ile düzenleyeceği dörtlü zirvenin büyük önem taşıdığı not edilmeli.
Harekâtın kazanımları ve gelecek
9 Ekim’de başlayan ve hedeflenen alanda kısa sürede başarıya ulaşan Barış Pınarı harekâtı, Fırat’ın doğusu başta olmak üzere Suriye’de mevcut statükoyu bozarak yeni dengelerin önünü açtı. Harekât kendi dinamiğiyle Suriye’de PKK devleti projesine ciddi bir darbe vururken Suriye muhalefetinin sahasını ve etki alanını da genişletti. Böylelikle Fırat’ın batısında sıkışan muhalefetin kontrol alanı genişleyerek Fırat’ın doğusuna da ulaşmış oldu. Bu durum Cenevre’de devam eden anayasa komisyonu görüşmelerinde muhalefete güven kazandırırken, YPG’nin de meşrulaşma çabalarını sekteye uğrattı. Türkiye Fırat’ın doğusunda inşa edilmek istenen yapay terör devletçiğini BPH sayesinde askerî, diplomatik ve siyasi anlamda geriletti. Ancak bu harekâtla tehlikenin tamamen geçtiğini söylemek gerçeklikle bağdaşmayacaktır. Bu nedenle, mücadelenin tüm boyutlarıyla devam ettiğini ve etmesi gerektiğini de belirtmeliyiz. Nitekim Rusya ile gerçekleştirilen mutabakat ve mutabakatın sahadaki karşılığı dikkatle takip ediliyor. Bu noktada, anlaşmada sağlanan şartların gerçekleşmemesi ve bu durumun devam etmesi halinde Türkiye’nin yeni bir askeri harekât düzenleyebileceğini dışişleri bakanı seviyesinde dile getirmesi de bu kapsamda değerlendirilmeli.
Rusya’nın ABD’ye benzer bir şekilde Tel Rıfat ve Menbiç bölgelerinde olduğu gibi, Fırat’ın doğusunda da PKK/YPG’yi tolere eden ve saha gerçekliğinden kopuk diplomatik söylemlerle realiteyi gölgelemeyi hedefleyen açıklamalarının, Türkiye tarafında güven zedeleyici bir unsur olarak görüldüğünü anlaması gerekiyor. Nitekim 2016 yılının sonunda başlayan Astana süreci Suriye’nin birçok sahasında sınanmış, Türkiye’nin siyasal çözüme olan bağlılığı neticesinde askeri krizlere dönüşmemiştir. Fakat Fırat’ın doğusunda Rusya’nın doğrudan veya rejim aracılığıyla PKK/YPG ile ilişki içerisine girmesi, Türkiye’nin görmezden geleceği bir durum değildir. Nitekim bunu deneyen ve başarılı olamayan bir ABD örneği de önümüzde durmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Ferhad Abdi Şahin isimli PKK/YPG mensubu teröristle Rusya’nın "SDG lideri" sıfatıyla bakan seviyesinde görüştüğünü ve PKK’yı dahi terör listesinde bulundurmadığını akılda tutmak gerekir.
Olası yeni askerî hamle
2014 yılından itibaren ABD ile doğrudan temas halinde ve onun güdümünde hareket eden PKK/YPG’nin ABD ile Türkiye arasında gerçekleştirilen mutabakata dahi uymadığı göz önüne alındığında, Rusya’nın YPG üzerinde Türkiye’nin güvenlik kaygılarını karşılayacak yaptırım gücü olmadığını görmek gerekir. Keza anlaşmada verilen süreye rağmen teröristlerin söz konusu güvenli bölgeden ayrılmadıkları da biliniyor. Tel Temır hattında yaşanan çatışmalarla 21 Kasım’da Türkiye’nin Ayn el Arab’ta SİHA’lar aracılığıyla 7 PKK/YPG’liyi etkisiz hale getirmesi de mevcut durumun somut delili olarak karşımızda dururken, gerçekçi çözümleri ve olası yeni askerî harekâtları değerlendirmeye almanın zamanının yaklaştığını söylemek doğru olacaktır. Rusya ve YPG arasında devam eden bu ilişkinin seyri, Türkiye’yi kademe kademe yeniden bir askerî hamle gerçekleştirmeye zorlayabilir.
[Kutluhan Görücü SETA Dış Politika Direktörlüğü’ndeki araştırma asistanlığının yanı sıra Suriye Gündemi sitesinde yardımcı editör olarak görev yapmaktadır]